KıbrısManşetSiyaset

Toplumsal varlığımız ne demektir ? Varoluş mücadelesine sahip çıkmak nedir?

Milliyetçi kesimler hiç ağızlarından düşürmüyorsa “Egemen eşitlik ya da bağımsızlığa sahip çıkmak” meselesini, buyurun sahip çıkın…

Egemen KKTC!

Hiç şikayetim yok!

Ama “mümkün” mü?

İşte o konuda şikayetim var!

Çünkü “egemenlik” veya “siyasi eşitlik”, ya da “egemen eşit iki devlet” sadece “müzakere masası”nın konusu olmamalı!

Sadece Rum tarafına bakıp bakıp bağırıp çağırılmamalı!

-*-*-

Taaa en başından dedik ki; “Bir zamanlar Kıbrıs” adlı dizi, bir kurgudur, şudur ve de budur ve zerre de itirazım olmaz ama kimse de kalkıp bana, “öğren lan tarihini” de demelidir!

“Öğrenin lan tarihinizi” dedikleri anda o film benim için bitmişti!

-*-*-

Ancak o günlerde, hiç itirazı olmayanlarımız da vardı…

Hatta “öğrenin lan tarihinizi” diyenlere ve “karantinayı yırtıp gala gecesi düzenlenmesine” karşı çıkılmasına, her zaman olduğu gibi “hain” muamelesi yapılıyordu!

Ne acıdır ki “hain muamelesi yapmayı” ve önlerine geleni vatan hain ilan etmeyi kendine geçim kaynağı edinmiş bir yığın milliyetçimiz, öyle bir yere geldi ki; “kaldırın bu rezalet diziyi” diye çığlıklar atıyor!

-*-*-

Meseleyi nereye getireceğim bilir misiniz?

En başta sevgili Alihan Pehlivan yazmıştı…

Daha sonra Hasan Hastürer ve Avukat Mustafa Asena die getirmişti…

Dün de “Serhat İncirli fakiri” yazdı…

Ne mi yazdık?

“Milli sermayeye sahip çıkmayı” yazdık!

-*-*-

Asena ne diyor?

Tüp bebek meselesinde de aynısı oldu!

Başka nerede oldu?

Çok şeyde oldu!

Bir çok uluslararası markanın “bayiliği” meselesinde de oldu!

Şimdi, bahis meselesinde olmamalı…

-*-*-

Demek istediğim, “beni sokmayan yılan bin yaşasın” dememeliyiz…

Çok atasözü, çok özlü söz var bu konuda hatırlatmamız gereken…

Hatta çok güzel hikayeler de!

Ama en çok hoşuma gidenlerin en başında geleni, belki de en ünlüsünü hatırlatmak istiyorum…

-*-*-

Protestan ilahiyatçı Friedrich Martin Niemöller (14 Ocak 1892- 6 Mart 1984) Alman Protestan Kilisesi’nin Nazilerle işbirliği yapmasına çok içerleniyordu… Muhalefet ediyordu… Hem Alman Protestan Kilisesi’nin hem de Dünya Kiliseler Konseyi’nin başkanıydı…

İlk başlarda O da Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Nazi) seçmeniydi… Herkes gibi mi desem?

Ancak akabinde, bazı tarihçilere göre, kendisini geliştirerek nasyonal sosyalizm karşıtı bir direnişçi olmuştu. 1937 yılında tutuklanarak Sachsenhausen Toplama Kampı’na götürüldü, büyük eziyetler çekti.

Ve şunları kısaca özetliyordu:

“Naziler komünistleri götürdüklerinde sustum. Çünkü ben komünist değildim. Sendikacıları götürdüklerinde sustum. Ben sendikacı da değildim. Sosyalistleri içeri aldıklarında sesimi çıkarmadım. Ben sosyalist değildim. Yahudileri tutukladıklarında sustum. Çünkü ben Yahudi değildim. Beni götürdüklerinde, geride artık karşı çıkabilecek kimse kalmamıştı.”

-*-*-

Yani “sadece canınız yandığı zaman” ağlamayın!

En baştan sesinizi çıkarmanız gerekiyor…

-*-*-

Defalarca yazdım…

Hatırlattım…

Sırrı Süreyya Önder’in o muhteşem konuşması ile aktardığı meşhur “hırkhızlık” hikayesini…

Önder, “hırkhızlık” diyor, bayılıyorum konuşma tarzına, ağzına ve elbette siyasi duruşuna da filmlerine de…

O ayrı bir olay…

Ancak, “hırkhızlık” hikayesini bir kez daha hatırlatmakta zarar yok diye düşünüyorum…

-*-*-

“Biri Türk, biri Kürt ve biri Ermeni üç arkadaş erik çalmak için zengin bir Türk’ün bahçesine girerler. Bahçenin sahibi Türk gelir.

Bunları bahçesinde görünce önce Ermeni’ye çatar: “Lan, hadi anladık bu ikisi Müslüman; sen Müslüman bile değilsin, hangi hakla bahçeme girip erik çalarsın?” der; Ermeni’yi öldüresiye pataklar ve dışarı atar.

Sonra sıra Kürde gelmiştir. Kürde de: “Lan, sen Türk bile değilsin; hangi hakla bahçeme girer ve erik çalarsın?” diyerek Kürdü de bir güzel döver.

Sıra Türk olana gelmiştir. Ona da: “Sen ne biçim Türksün, nasıl bir Ermeni ve bir Kürtle bir olup bahçeme erik çalmaya gelirsin?” der ve onu da iyice patakladıktan sonra bahçeden atar.

Ardından bu üç arkadaş: “Nasıl olur da biz üç kişi olduğumuz halde bu adamdan dayak yeriz?” diye aralarında tartışmaya başlarlar.

Bu sırada Türk Kürd’e döner ve şöyle der: “Biz en başta Ermeni’yi dövdürmeyecektik.”

-*-*-

Evet…

Milli sermayemizi yedirtmememiz gerekiyor…

Ekonomimiz çöktü, çöküyor…

Ayakta kalan her sektöre sahip çıkmayı bilmemiz gerekiyor…

-*-*-

Milliyetçi kesimler hiç ağızlarından düşürmüyorsa “Egemen eşitlik ya da bağımsızlığa sahip çıkmak” meselesini, buyurun sahip çıkın…

Yerli sermayenin sıfırlanmasına izin vermeyin…

Elektronik Şans Oyunları Yasa Tasarısı’nın yasalaşmasına izin vermeyin…

-*-*-

Bunun ideolojiyle, siyasetle alakası yoktur…

Bunun, tıpkı “bir zamanlar Kıbrıs” adlı dizide olduğu gibi; toplumsal varlığımızın ve varoluş mücadelemizin aşağılanmasıyla, yok sayılmamasıyla alakası vardır!

Sevgili milliyetçiler; bilmem anlatabildim mi?

Diğer Haberler

Başa dön tuşu