KıbrısManşetSiyaset

Tarih, Esra Erol programı olsaydı, Kıbrıs sorununu çözmüştük bile!

Sorum şu: Çözümün şeklinden hiç bahsetmiyorum ama geçmişte yaşananların yeniden yaşanması mıdır istenen?

Kıbrıs’ın yakın geçmişi kesinlikle kirlidir…

Hatalarla doludur…

Siyasi hatalar…

Kökeni nedir bu siyasi hataların?

Öncelikle İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan “soğuk savaş”tır!

Bu soğuk savaşta, Amerika ve İngiltere tarafının hedefi; Sovyet tarafının Kıbrıs Adası’nın stratejik pozisyonundan yararlanmasını engellemektir!

-*-*-

Şu anda da biliyorsunuz, Süveyş’teki birkaç günlük tıkanma, İsrail ve İngiltere’nin alternatif “kanal” iddiası ve tabii ki Kıbrıs’ın stratejik pozisyonunun bir kez daha değere binmesi bir çok ülkenin gazetelerinde, haberlerinde gündemdedir.

-*-*-

Kıbrıs Adası’nda 1926 yılından itibaren örgütlenen; 1931’de yasaklanan, 1941’de yer altından yeniden yer üstüne çıkan “komünistler”; Amerika ve İngiltere için her zaman “tehdit” olarak görüldü.

Çünkü bu komünistler aracılığı ile “Sovyetler Birliği”, kesinlikle Kıbrıs’a yerleşebilir, hükmedebilirdi…

-*-*-

Kıbrıs Komünist Partisi, AKEL veya en son aldığı isimle KKK / AKEL’i durdurmanın veya Sovyetler’i Kıbrıs’tan uzak tutmanın en kolay yolu neydi?

Tabii ki ideolojik olarak “komünizmin” karşısındaki ideolojiyi yani “milliyetçiliği” güçlendirmekti!

Bu başarıldı mı?

Kesinlikle evet!

-*-*-

Nasıl başarıldı?

AKEL’in de yaptığı “temel bir hata” ile başarıldı…

AKEL, “Yunan Komünist Partisi” ve “Yunanistan işçi sınıfı” ile birleşmek “iddiasıyla”, Kıbrıs’ın içine eden ve Türk toplumunun örgütlenmesine adeta teşvik yaratan “Enosis”i savundu…

En temel hata burada yapıldı!

-*-*-

AKEL, Kıbrıs Türk toplumunu küçümsedi…

Evet, AKEL, hiçbir zaman Kıbrıs Türk toplumuna karşı yapılan saldırılarda rol almadı ama en başta “tek halk” deyip, etnik ayrılığın kolay bir şekilde kıvılcım yaratabileceğini hesaplayamadı.

AKEL, “… ezilen, yoksul, köylü, işçi Kıbrıs Türk toplumunu çok kolay örgütler, birlikte hareket ederiz” planını hiçbir zaman hayata geçiremedi.

-*-*-

Çünkü “milliyetçilik” erken davrandı…

Ve Kıbrıs Türk toplumu, ideolojik yapıyla değil; milliyetçi ve etnik ayrılıkla örgütlenme yoluna çekildi.

-*-*-

AKEL’in neredeyse yarım asır liderliğini / genel sekreterliğini yapan Ezakias Papayuannu; son derece katı davrandı. Ağır Stalinist tutuculuğunu belki de “Ortodoks” mantığıyla da birleştirince, Kıbrıs Türk toplumu, neredeyse “tümden” “Türk milliyetçisi” oldu…

-*-*-

“Kıbrıslı devrimci” veya “Kıbrıslı Türk komünist” örgütlenme, beş veya on kişiyi geçemedi…

“Türk milliyetçisi örgütlenme”, silah zoruyla bahsettiğimiz örgütlenmeyi çok kısa sürede susturdu.

-*-*-

Hatta şunu da belirtmekte fayda var; “Türk milliyetçisi örgütlenme”, Kıbrıslı Türkler arasındaki “komünist örgütlenmeyi” çok kolay ekarte ettiği gibi; aynı on yıl içerisinde “ayrılıkçı” veya “Taksimci” olmayan ama “Türk milliyetçisi olan” örgütlenmelere dahi izin vermedi…

-*-*-

Bu noktada, Ahmet Sadi Erkurt’un vurulması ve yaralanması, Fazıl Önder’in, Derviş Ali Kavazoğlu’nun öldürülmesi gibi saldırıları; iki avukat – gazetecinin (Ahmet Muzaffer Gürkan – Ayhan Hikmet) öldürülmesi olayından ayırmak lazım…

-*-*-

Şunu da kabul etmek lazım; Ada’nın Sovyetler Birliği’nin Doğu Akdeniz’deki Küba’sı olmaması için “perde gerisinden” kışkırtılan “milliyetçi” Elenler ve Türkler’i suçlamanın bir anlamı yoktur…

Geçmişi tartışmanın da bir anlamı kalmamıştır…

-*-*-

Hep yanlış yaptık…

Elenler de Türkler de…

Neydi yanlış?

“Kıbrıslı” olduğumuzu unuttuk veya unutmak zorunda bırakıldık…

Ya da “asla Kıbrıslı olmak” istemedik…

-*-*-

Ve 1964 Mart ayında BM devreye sokulduğunda, bunu her iki taraf da “fırsat” olarak kullanmak istedi.

Rum toplumu, “Elenleştirilmiş Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üzerine oturdu”; Türk toplumunun ise “o cumhuriyetten uzaklaşmak için verilmiş bin para peyi vardı”, “mal bulmuş mağrubi” gibi, “kovdular bizi, devletimizi elimizden alıp kaçırdılar, attılar, uzaklaştırdılar” diye zaman zaman ağlamayı ihmal etmeyerek, “aslında hedefimize yani Taksim’e ulaşmanın” mutluluğu içerisindeydik.

-*-*-

Ama ne yazık ki, “hukuki” veya “maddi” ya da “fiziki” anlamda “Taksim” hiç gerçekleşemedi.

Eğreti bir şekilde kaldık; belirsizliği hep biz yarattık.

Yaptığımız hiçbir şey, “başarı” olarak kayda geçemez.

Çünkü “içinden çıkılmaz bir karmaşaya sokulmuş olan sadece bizler olduk”…

-*-*-

1964’te “kaçmamalıydık”…

“Kovdular, kaçırdılar, devleti hijack yaptılar” iddiasına kimse inanmadı.

Hatta Türkiye bile…

Mesela İsmet İnönü’nün “sakın yapmayın, sakın devleti terk etmeyin” sözlerini dinlemedik.

-*-*-

1974 sonrasında, “sakın tapu vermeyin” diyen, efsane hukuk insanlarımızı neredeyse “hain” ilan ettik…

Geçersiz olacağını bile bile tapu dağıttık!

-*-*-

Asla uluslararası hukukta yasallığı olmayacak pozisyonları, propaganda ile “yasalmış gibi” yutturmaya çalıştık!

Kimse yutmadı tabii ki!

Sadece içimizdeki bazı garibanları kandırdık o da bir başarıydı sonuçta çünkü yeniden ve yeniden hep seçilmeyi başardık doğrusu!

-*-*-

Şu anda mı?

Şu anda gerçekte ne istediğini kimse bilmiyor!

Bir tek gerçeğimiz söz konusudur o da “statüko”…

Sadece statükonun devamı amacıyla siyaset üretiyoruz…

-*-*-

Evet, kesinlikle en başta da dediğimiz gibi çok acılar yaşadık…

Ama bu acılar tek taraflı yaşanmadı ki!

Sadece “Türkler ölmedi”…

Sadece “Türkler öldürülmedi”…

-*-*-

İlk onlar öldürdü!

Yok hayır ilk biz öldürdük!

Buna da gerek yok!

Ama, İngiliz ordusuna yardımcı polis yazılan da bizlerdik; 12 Haziran 1958’de, Gönyeli’de Kördemenli 8 Rum’u öldüren de bizler…

Hatta, bu olaydan beş gün önce, mesela Olimpiakos Futbol Kulübü’nü de “yakan” yine bizler…

Herkesin bildiği cami bombalamalarını falan geçtim…

-*-*-

Daha neler var?

Mesela “bizi kovdular” diyoruz ya; oysa, iki toplumlu dairelerde çalışmayı sürdüren Türk memur veya müdürleri de “bırakıp kaçmaları” için yine biz tehdit ettik… Lefkoşa’da “işimi bitirmem lazım” diyen bir üst düzey Türk memurun evine bomba atan da bizdik…

İsmi lazım değil, evine bomba atılan kişi, şu anda çok üst düzeyde bir kardeşimizin de amcasıydı… O günlerde “bebek” olan yeğenciği de yaralanmıştı…

Limasol- Baf bölgesinde bir Kıbrıslı Türk yargıcı da tehdit ettik…

Adam Londra’ya kaçmak zorunda kaldı ve yıllarca koskoca yargıç, bir postanede memurluk yaptı… Taaa ki yanlışlıkla kendisine rastlayan bir eski Rum yargıç arkadaşı O’nu fark edene kadar…

Falan ve de filan…

-*-*-

Diyeceğim o ki, geçmişi yargılamaktan, geçmişteki kötülükleri anmaktan bir fayda olmaz…

Evet, çok büyük hatalar yapıldı…

Atlılar, Muratağa, Sandallar, Dohni gibi köylerde yaşananlar, ciddi insanlık ayıbıdır, utancıdır ve suçudur.

-*-*-

Sorum şu: Çözümün şeklinden hiç bahsetmiyorum ama geçmişte yaşananların yeniden yaşanması mıdır istenen?

Rumlar bizi kestiydi; Rumlar bizi öldürdüydü!

Yahu biz da öldürdük, onlar da öldürdü!

Hep öldürelim ve ölelim mi?

Yoksa hep kurtarılalım mı?

-*-*-

Nereden aklıma geldi bilmiyorum ama oldu olacak; hep birlikte Esra Erol’un programına da konuk olalım isterseniz!

Son günlerde hep o programı izliyorum!

Muammer abi, ikisi de Hamide isimli eltileri kaçırdı!

Eltilerin kocaları da stüdyoda!

Sonucu merak ediyorum!

Ayrılacaklar mı, birleşecekler mi?

Diğer Haberler

Başa dön tuşu