KıbrısManşetSiyasetTürkiye

Tarih, dizi film değildir!

Gazeteciliğin belki de en önemli ve birincil kuralı, “objektif” olabilmektir…

Gazeteciliğin belki de en önemli ve birincil kuralı, “objektif” olabilmektir…

Gazeteciliğin, propaganda ile karıştırılmaması gerekir…

Propaganda, neredeyse Dünya’daki her türden devletin gizli istihbarat veya benzeri örgütleri tarafından kullanılan bir “çalışması”dır…

Demokratik anlamda gelişmişlik seviyesine göre, propagandanın “sertliği” ve “yumuşaklığı” da belirlenecektir.

Bazı ülkelerde propaganda, gerçekten ulusal çıkarlara hizmet eder; bazılarında ise yöneticilerin kişisel çıkarlarını gizleyip, ulusal çıkarlara hizmet edermiş gibi yapar…

-*-*-

“Tarih”, gazetecilik değildir….

Tarih, çok ciddi bir bilim dalıdır…

Veya bir “bilim”dir…

“Objektif” olması gerektiğini söylemek sanırım yanlış olmaz…

-*-*-

Gerçek tarihçiler, gerçek gazeteciler gibi “objektif”tir…

Ama propaganda, tarih bilimini çarpıtabilmektedir.

Tıpkı gazeteciliğe bulaştığında yaptığı gibi…

-*-*-

Osmanlı İmparatorluğu, 1570’te Kıbrıs Adası’na ordusunu göndermiş; 1571’de Mağusa Kalesi’nin düşmesi ile de tüm Ada’yı ele geçirmiştir…

Osmanlı’lar Kıbrıs Adası’nı neden almıştır?

Sebepler arasında, “Kıbrıs’ta çok iyi şarap üretildiği ve Padişah II. Selim’in ciddi bir şarap sever olduğundan dolayı Ada’yı aldığını” iddia edenler bile vardır…

“Müslüman” Osmanlı Devleti’nin, Kıbrıslı “Ortodoks” ahaliyi, “Katolik” Venedikli yönetenlerden kurtarmak için Ada’ya geldiğini söyleyenler bile bulunur…

Neden?

  1. Selim’in annesinin “Ortodoks”luğunu bu işe karıştıranlar olduğu gibi, dönemin Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa’nın gerçekte “gizli bir Ortodoks” veya “Ortodoksluktan devşirme” olmasını öne sürenler de elbette bulunmaktadır…

-*-*-

Oysa aklıma en çok yatan, veya bana en mantıklı gelen yorum elbette Ada’nın hem askeri hem de ticari açıdan değerli olmasından dolayı Osmanlılar tarafından alındığıdır…

-*-*-

1878’de İngilizler de bu stratejik önemden dolayı kiralamamış mıdır?

-*-*-

“2’nci Dünya Savaşı sonrasındaki soğuk savaş döneminin başlangıcıyla birlikte, Ada’nın stratejik pozisyonu, soğuk savaştaki iki tarafın da hep avuçlarını ovuşturduğu bir coğrafyadır” değerlendirmesi de yanlış bir değerlendirme midir?

-*-*-

Tarih kesinlikle çok iyi bilinmesi gereken, çok değerli bir bilimdir…

Tarih, bir topluluğun halk – millet ve çok sağlam temelleri olan bir devlete dönüşmesinde en gerekli bilimdir…

Tarihini iyi öğrenememiş veya propaganda ile hep abuk sabuk bilgiler pompalanmış toplulukların kurduğu ya da kuracağı devletler, sağlam temeli olan devletler değildir…

-*-*-

Mesela, Kıbrıs Cumhuriyeti, böyle bir devlettir…

Ama KKTC de böyle bir devlettir…

Neden?

Çünkü, gerek Kıbrıs Cumhuriyeti, gerekse KKTC’nin kuruluşunda “var olan”, topluluk, toplum ya da cemaatler; doğru bir tarih bilgisiyle değil; propagandayla şişirilmiş ve haliyle çarpıtılmış tarih bilinciyle yetiştirilmiştir…

-*-*-

Ortak bir tarih bilinci olmayan toplulukların kurduğu devletler, sağlam ya da güçlü devletler olamaz…

O tür devletlerde, temel ideolojisi “yalan” olan propaganda hep egemendir.

-*-*-

Kıbrıs Cumhuriyeti ve KKTC’nin “varlıkları”, ciddi anlamda eğretidir…

Hala bu iki “devlet”in geleceğinin müzakere ediliyor olması, varlıklarının eğreti olmasından kaynaklanmaktadır.

Çünkü temellerinde “objektif gerçekler” değil; örneğin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni oluşturan iki büyük toplumun hafızalarıyla oynayan, duygularına gaz veren, onları bir birine kırdıran “propaganda” ile yoğrulmuş “yapay gerçekler” vardır…

-*-*-

1820’deki Mora İsyanı ile başlayan süreci ele aldığınız zaman; günümüze gelene kadar, Kıbrıs Adası üzerinde yaşam süren tüm insanların mutluluğuna yönelik siyaset yapılmadığı veya yapılmasına müsaade edilmediği gibi; objektif tarihi öğrenmeleri de şu ya da bu sebeplerle engellenmiştir.

Rum toplumunda daha çok, bizde belki daha az olsa da kesinlikle “objektif tarihçilik” yapan gerçek bilim insanları elbette vardır… Ama “egemen gruplar”; kendi çıkarları doğrultusundaki bilgileri iki topluma da enjekte etmeyi hep tercih etmiştir…

-*-*-

Objektif, doğru, dürüst ve gerçekçi tarih anlayışının yaygınlaştırılması amacıyla çeşitli dönemlerde çalışma grupları oluşturulmuş olsa da, egemenlerin hiç işine gelmeyen bu tür girişimler, başarılı olamamıştır.

-*-*-

1571’den aldığımız andan itibaren, iki toplumun egemenlerinin tarihle ilgili yaptığı yorumlar o kadar çarpıtılmıştır ki; ve bu çarpıtma o kadar başarılı olmuştur ki; bırakın “Kıbrıslı” diye bir milletin oluşmasını; Kıbrıslı diye bir “topluluk” dahi oluşamamıştır…

-*-*-

Osmanlı 1571’de Ada’ya geldikten sonra, en ciddi anlamda zenginleşen, kemikleşen, kurumlaşan ve çok etkili pozisyona sahip olan kurum sizce hangisidir?

Mesele “Osmanlı” meselesi olunca, eminim herkesin aklına, “Evkaf” yani “Vakıflar İdaresi” gelebilir… Ya da ne bileyim, her hangi bir “Müslüman” kurum da düşünebilirsiniz!

Oysa, Osmanlı’nın en başta “vergi toplama” yetkisi olmak üzere, çeşitli yetkiler vererek süper bir güç haline getirdiği kurum, Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi’dir…

-*-*-

Bu kilise, bu kurum, Kıbrıs’ta milliyetçiliğin ilk filizlenme yaşadığı ve akabinde de ülkeyi ciddi anlamda kana bulayan kurumdur… Ama “hamisi”, ne acıdır ki Osmanlı İdaresi değil midir?

-*-*-

Çeşitli isyanlar, çeşitli ayaklanmalar, bazı kilise ileri gelenlerinin idamıyla sonuçlanmış olsa bile, Kilise’yi, gerçekten çok güçlü yapan, sadece veya tek başına “cemaatının o kuruma sahip çıkması” değildir. Yukarıda söylediğimdir…

-*-*-

“Türkçülük” Osmanlı’nın Ada’daki egemenliğini, otoritesini yitirdiği günlerde ortaya çıkmıştır…

Bir örnek vermek gerekirse; Atatürk, Osmanlı’nın Kıbrıs ile bağının – bağlantısının koptuğu günlerden 3 yıl sonra Dünya’ya gelmiştir…

Anadolu’yu kurtarmak için yola koyulduğu 1919 yılının 19 Mayıs tarihinden itibaren de, “Kıbrıs” diye bir coğrafya, “kurtarılması gereken” ve daha sonra adına “Misak-ı Milli” denen sınırların dışında kalmıştır.

-*-*-

Lozan’da, Temmuz 1923’te, daha Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına 3 ay kala da “resmen”, bu yeni cumhuriyetin “talebi” olmaktan da çıkarılmıştır.

-*-*-

Kıbrıs’ın üç – beş aydın insanı olmasaydı, onlar, Osmanlı’nın zengin ettiği kiliseye karşı direnmeseydi, belki de 1955’e gelindiğinde, EOKA’nın 200- 300 kişilik çekirdek kadrosunda, İngiliz’e karşı ayaklanan “Muhammedan” Kıbrıslılar dahi olabilirdi…

-*-*-

Efendim bir dizi film çekilmiş de…

Geçiniz…

Beğenen izler, beğenmeyen izlemez…

Diğer Haberler

Başa dön tuşu