KıbrısManşet

Hade be yörüyün oyanı!

Tekrar ediyorum, “… bizim veya benim için tek ve ilk yapılması gereken Kıbrıs sorununun çözümüdür ve bu çözümü zorlamanın adı, Türkiye’ye karşı savaş ilan etmek değildir. Maharet, müzakere masasında, Türkiye’nin varlığını, Annan Planı dönemindeki duruşa yani “güvercine” çevirmektir.”

Serhat döndü…

Serhat parayı kapar, işini öyle yapar…

Satıldı…

Zaten Hüseyin Özgürgün’ü de desteklediydi…

Tamamen hakaret ve tamamen saldırı dolu yorumlar yapılıyor…

Hatta bir yorum okudum benle ilgili; ne yorumu yazanı tanırım, ne de yorumu yazanın beni tanıdığını bilirim; kadın demiş ki; “… Bu eskiden de öyleydi…”

Allahasın!!!

-*-*-

Geçtiğimiz Cuma günü, “… Çözüm, Türkiye’ye savaş açmak değildir” başlıklı bir yazı yazdım…

Yazının bir giriş bölümü var ve diyor ki; Koronavirüs korkusu arttı.

Neden?

Kimse kusura bakmasın ama “ekonomik laçkalıktan” diyebiliriz mesela!

Efendim, “bize kumarcı lazım yanlışı”yla da açıklayabiliriz herşeyi!

Kimse kusura bakmasın, “şımarıklık” ve “züppelik”le de!

-*-*-

Zenginim, gelirim, sizin PCR kuralınızı da takmam, sonucun çıkmasını da beklemem, otelin de adını kirletirim, sizin tedavinizi de reddederim, özel jetime binerim, torpilimle sizi sallarım, çeker giderim!

Yok!

Olmaz!

Buna, “eşek yerine koyma” denir, kimse kusura bakmasın!”

-*-*-

Bu yazıda, başka neler yazdım?

Mesele şöyle dedim:

“…Artık saflar belirlendi…

Adaylar da netleşti…

Sağda “çatı aday” hala aranıyor mu?

Bence sağın çatı adayı, Ersin Tatar’dan başkası olamaz.

Neden?

“UBP büyüktür hepimizden” de ondan!”

-*-*-

Türkiye, istesek de istemesek de; Ada’da, kökleri 1974 öncesinden kalan tek bir “Kıbrıslı Türk” bulunmasa da, “Kıbrıs’taki çıkarlarım bakidir” politikasını artık çok yüksek sesle dillendiriyor.

Eskiden bu siyaset, daha bir gizli tutuluyordu.

“Haklıydı, doğruydu, haksızdı, yanlıştı”yı kesinlikle tartışabiliriz… Tartışmak, aytışmak, münazara etmek en demokratik hakkımızdır ama Türkiye’yi bu talebinden dolayı suçlayamayız…

Çözümü; daha barışçıl, daha güvercinimsi, daha istekli bir şekilde konuşmalıyız… Ancak, Türkiye’yi, bu konuşmaların, müzakerelerin, dışında durmaya zorlamanın, imkansızı istemek olduğunu kabul etmeliyiz…

“Silahlanalım, kovalım Türkiye’yi” diyen varsa; buyursun söylesin yani…”

-*-*-

Başka ne dedim?

“… Kıbrıs sorunu, bizim için acildir. Hemen çözüm çok elzemdir ve hemen çözüm olayında, Türkiye’yi dışlamak, mümkün değildir.

Sağda veya solda, “Türkiye’nin uşağı veya adamı” tartışmalarına girmek, doğru olmaz.

Türkiye; kendisi ile çok daha uyumlu çalışabilecek bir müzakereci yani KKTC Cumhurbaşkanı istemekte de yerden göğe kadar haklıdır.”

Daha neler dedim?

“…Efendim, “Türkiye ile uyumlu çalışmayacak aday mı var?”…

Kesinlikle yoktur.

Ama, Türkiye’de her türlü kredisini yitirmiş aday veya adaylar olabilir.

-*-*-

Çözüm istemek!

Kıbrıs sorununun çözümünü istemeyen var mı?

Bazı çözüm modellerini savunmak, çözüm istememenin ta kendisidir ama herkes bir şekilde, üç aşağı beş de yukarı çözüm istiyor.

-*-*-

Yıllardır savunduğum iki şey var:

Bir: Son karar yeri KKTC seçmeninin iradesi değildir. Türkiye’dir.

İki: TMT ve EOKA B “zihniyetleri”nin onaylamadığı bir çözümün yaşam şansı çok zordur.

-*-*-

Kısacası, AKEL lideri Dimitris Hristofyas (Toprağı bol olsun) ve CTP lideri Mehmet Ali Talat bu işi başaramadı gerçeğini de göz ardı etmemeliyiz.

Şu anda masadaki en temel kriterlere imza koyan liderlerin, “Denktaş, Makarios, Kipriyanu, Eroğlu ve Anastasiadis” (1977 ve 1979 zirveleri ile 11 Nisan 2014 Belgesi) olduğu realitesini iyi bilerek; Anastasiadis’in karşısına, son imzayı atacak kişi olarak oturması gerekenin, UBP’nin adayı veya sağın çatı adayı olmasının “avantaj” olacağı düşüncesindeyim…”

-*-*-

Son eklediğim ifadeler ise şöyle:

“…Hemen saldırıya geçmeye gerek yok…

Mesele şu kişi veya bu kişi değildir.

Tüm adaylar, siyasi duruşlarına bakılmaksızın, bizim kardeşimizdir, dostumuzdur, ağabeyimizdir…

Ama çözümün “en mızır kesime de anlatılabilmesi ve uzun ömürlü olabilmesi” adına, EOKA B zihniyetinden gelmiş Anastasiadis’in karşısındaki kişinin, TMT zihniyetini temsil eden en büyük siyasi parti veya gruptan olması, bir çeşit zorunluluktur.

Ve şu anda, gerek Türkiye ile çok iyi ilişkiler gerekse de Anastasiadis gibi “liberal” ama aynı zamanda “Kıbrıs için çok hayati olan milliyetçilik şurubunu rahatlıkla içebilen” aday, Ersin Tatar’dan başkası değildir.

-*-*-

Tartışalım…

Kavga etmeden, aşağılamadan, kırmadan ve dökmeden konuşalım…

Türkiye ya da daha doğru ifadeyle, Erdoğan’ın her türlü siyasi duruşunu elbette beğenmeyebiliriz.

Türkiye’ye baktığımız zaman, demokrasi, hukuk ve insan hakları açısından “çok ileri adımlar atıldı, maşallah” yorumunu yapamayız.

Türkiye’ye baktığımız zaman, “bizim için kutsal bir değer olan laikliğin, ciddi anlamda yerlerde sürünüyor olduğunu da öne sürebiliriz”…

Ama, aynı Türkiye’nin sadece Kıbrıs sorununda değil; bölge genelindeki ağırlığını, gücünü veya taleplerini “göz ardı” edemeyiz…

-*-*-

O taleplere karşı durmak mı?

Tabii ki Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki taleplerine karşı durmak bir siyasi duruş meselesidir.

Tabii ki siyasetin prensipleri ve demokrasinin tüm kuralları işlediği anda, Türkiye’deki mevcut siyasi otoriteyle uyuşmamak, bir siyasi görev olarak da algılanabilir.

Ama bizim veya benim için tek ve ilk yapılması gereken Kıbrıs sorununun çözümüdür ve bu çözümü zorlamanın adı, Türkiye’ye karşı savaş ilan etmek değildir.

Maharet, müzakere masasında, Türkiye’nin varlığını, Annan Planı dönemindeki duruşa yani “güvercine” çevirmektir.”

-*-*-

Bunları yazmak, “satılmak” mıdır?

Bunları yazdım diye birinin bana para ödemesi mi yapması lazım?

-*-*-

Cumhurbaşkanı adaylarımızın tümü, yukarıda veya Cuma günkü yazıda belirttiğim gibi, bizim kardeşimizdir…

İsterseniz MDP’nin adayından da bahsedebiliriz.

Bir Rauf Denktaş hayranı olarak büyümüş, 16 yaşında tıp fakültesine girmiş, 25 yaşında uzman hekim olarak Ada’ya dönmüş, benim için bir efsane futbolcu ve ağabey olan, merhum Semih Türköz’ün oğlu Dr. Fuat Türköz Çiner…

Evet, MDP’nin adayıdır.

Doktor için, “muhteşem bir insandır, belki de en zeki adaydır, canımı bile veririm” diyebilirim.

Hatta ve hatta, iki amcası var, sevgili Süha Türköz ve kardeşim Hasan Türköz; onların hatırına oy bile veririm Doktoruma…

Bu yüzden siz bana hakaret etme hakkına mı sahip olacaksınız!

-*-*-

Dilediğiniz adayı destekleyin; dilediğiniz sebeple destekleyin…

Kimse bana, Tufan veya Kudret hocalar için “kötü bir söz” söyleyemez.

Mustafa Akıncı için de kimseye söz söyletmem…

Erhan Arıklı’ya küfür edenleri alkışlamam mı lazım?

Yazık…

Ve bunları “en büyük solcu biziz” endamıyla yapıyorsunuz ya; bence Mehmet Ali Talat haklıdır… Sayın Akıncı’nın, taraftarlarını uyarması şarttır.

-*-*-

Sandığa gidin, dilediğinize oy verin.

Dilerseniz hiç sandığa gitmeyin, kimseye de oy vermeyin…

-*-*-

Serhat satıldı…

Serhat döndü…

Uuuuu!

Hade yahu…

-*-*-

Bir: Ben aday değilim, yorum yapıyorum, yazıyorum, konuşuyorum, ders de veriyorum (okuda), raporlar yazıyorum, çeviri yapıyorum ve emeğimin karşılığı olmayan hiçbir ödeme görmedim.

İki: Dilediğimi düşünürüm, dilediğimi yazarım ve sizlerin de aynı şeyi yapma hakkınız olduğuna yürekten inanırım. Siz görüşünüzü belirttiniz diye de vay be satıldı, demem.

Üç: Lütfen hakaret etmekten vazgeçin; aksi takdirde, “paniktesiniz” yorumunu yapmak zorunda kalacağım…

Dört: Rahat olun…

Beş: İngiliz gazeteci Hugh Pope, Turkey Unveiled: A History of Modern Turkey adlı bir kitap yazdı. Kitapta Kıbrıs’tan da bahseder… Benim de adım geçiyor kitapta ve diyor ki, “… Bu küçük grup hala birleşik Kıbrıs’ı savunuyorlar”… Çok inandığımızdan falan bahsediyor ve “aşağılayan” bir de İngiliz tavrı var… İmkansızı istiyoruz diye…

Ben, hala o noktadayım…

Sizin adayınız o noktaya hiç uğradı mı?

Ben ve içinde olduğum o çok küçük grup, çocuk yaşımızdan beri aynı yerdeyiz…

Birleşik Kıbrıs…

Federalini “taviz” görürüm…

Ama kabulümdür…

Ben mi döndüm?

Ben mi satıldım?

Hade be yörüyün oyanı!

-*-*-

Evet, tekrar ediyorum; “… Çözüm, Türkiye’ye savaş açmak değildir”…

Tekrar ediyorum, “… bizim veya benim için tek ve ilk yapılması gereken Kıbrıs sorununun çözümüdür ve bu çözümü zorlamanın adı, Türkiye’ye karşı savaş ilan etmek değildir. Maharet, müzakere masasında, Türkiye’nin varlığını, Annan Planı dönemindeki duruşa yani “güvercine” çevirmektir.”

Diğer Haberler

Başa dön tuşu