KıbrısManşetSiyaset

“Egemen eşit iki devlet” talep etmek; “yöneticisi olduğunuz devletin her vatandaşını” korumaktır!

Yani sakın yanlış anlamayın ama eğer uluslararası hukuk denen “güç” veya “yapı” müsaade etmezse, KKTC’nin ya da adı her ne olacaksa, Kıbrıs’ın Kuzey coğrafyasındaki “oluşumun”, tanınması ya da tanıtılması şansı yoktur!

Yani sakın yanlış anlamayın ama eğer uluslararası hukuk denen “güç” veya “yapı” müsaade etmezse, KKTC’nin ya da adı her ne olacaksa, Kıbrıs’ın Kuzey coğrafyasındaki “oluşumun”, tanınması ya da tanıtılması şansı yoktur!

-*-*-

Efendim, işte Birleşik Krallık bizi tanıyacak!

Sunday Express gazetesi yazdı!

-*-*-

Değerli refikler, sevgili refikalar!

Kimse, Kıbrıs’ın Kuzey coğrafyasında bizlerin egemen ve bağımsız bir devlet kurma hakkımız olup olmadığına hüküm veremez!

Bu hak elbette vardır!

Ve bu hakkı talep etmek de yine en doğal haklar arasındadır!

Ama mesele bu hakkın fiiliyata dökülmesi meselesi olduğu anda, akan suları durduran “hukuk” veya “uluslararası hukuk” karşımıza çıkar!

-*-*-

Mesela?

Efendim, mesela 1959 – 1960 Zürih ve Londra anlaşmaları!

Bu anlaşmaların altına imza koyan üçü dışarıdan devlet ve ikisi de içeriden toplum söz konusudur.

Yani Türkiye, Birleşik Krallık, Yunanistan, Kıbrıs Türk Toplumu ve Kıbrıs Rum Toplumu!

Bunlar, toplu olarak, yeni bir “durumu” onaylamalıdır.

Eğer içlerinden biri “ben onaylamam” veya “ben oynamam” diyerek mızırlık ya da mızıkçılık yaparsa, o devletin “uluslararası hukuk” nezdindeki “yasallığı”, kesin ofsayt olur!

-*-*-

Peki, bu ofsaytı VAR’a yani video yardımcı hakeme götüremez miyiz?

Hayır götüremezsiniz!

-*-*-

Estağfurullah!

Kimseye bu gibi konularda bir şey öğretecek halimiz yoktur ama “anlaşma” arayışı bundandır!

-*-*-

Yani Dünya genelinde hiçbir kimse size “ayrı ve egemen bir bağımsız devlet istemeyin; buna kesinlikle hakkınız yoktur” diyemez!

Ama siz de “anlaşma” sağlamadan, yani Rum toplumunu, İngiltere’yi, Yunanistan’ı ikna etmeden, “yasal” duruma geçemezsiniz!

-*-*-

Kısacası, aslında “size göre” veya mesela bana göre “ideal olmayan” federal çözüm, buluşabileceğimiz bir orta yoldur… Bu yüzden “değerlidir”…

Yoksa, kimse sizin egemen eşit bağımsız ya da her neyse talebinize “tu kaka” demiyor ki!

-*-*-

Cenevre’de Salı günü ve dün yapılan görüşmeler de; “anlaşma” yapabilmek için “müzakerelere bağlayabilecek” bir “zemin” olup olmadığına bakmak amacıyla gerçekleştirilmiş bir “ön sınav”dır!

-*-*-

Umarım ve isterim ki; sonuç müzakerelerin devamını engelleyecek bir şey olmasın!

Çünkü müzakerelerin kopması; özellikle Kıbrıs Türk Toplumu adına çok büyük önem arzeder.

Çözümsüz geçen her gün, doğal olarak Kıbrıs Türk Toplumu’nun yok oluşunu hızlandırır.

-*-*-

Nedir bu doğal yok oluş süreci?

Bu doğal yok oluş süreci; Kıbrıs Türk Toplumu’nun öyle ya da böyle, şu şekilde veya bu şekilde ortaya çıkmış, geçmişe dayalı her türlü alışkanlığı, yaşam tarzı, konuşması, şeftalisi, gonyağı, mangalı, molehiyası, kısacası burnunu karıştırma tarzı dahil şer şeyinin ortadan kalkması durumudur.

Bunun, Türkiye düşmanlığı ile bir alakası da yoktur.

Sadece, doğal asimilasyonla alakalı bir süreçtir ve şahsen, bu sürecin durdurulmasının en doğal yolunun “siyasi çözüm” olduğuna aşırı derecede inananlardan biriyim.

Mesele budur.

-*-*-

Eğer Cenevre’de bugün tamamlanacağı söylenen üç günlük toplantılar sonucunda, büyük çoğunluğun savunduğu “anlaşma” veya “çözüm” modelinin aksine bir talepte bulunduğumuz sonucuna varılırsa, bizim için iyi bir şey olmayacağı çok barizdir.

-*-*-

“Efendim, Türkiye yanımızda durduğu müddetçe, bir sorun olmaz” mı diyorsunuz?

Saygı duyarım ama sizinle aynı fikirde olmam!

Çünkü Türkiye’nin siyaseten, ticareten, ekonomikman yanımızda durması bam başka bir şeydir; bir kültürün – bir toplumun – uğruna mevzilerde mücadele verilmiş bir varlığın yok olması başka bir şeydir.

-*-*-

KKTC’nin bağımsız bir devlet olduğu konusunda çok iddialı konuşan bir çok kişinin, örneğin Devlet Bahçeli’nin asla kabul edilemez tavrını “hafifletmek” maksadıyla, “Akıncı da Tatar’a öyle dediydi” mazeretine sığınması bile; çok ciddi bir tehlike içermektedir.

-*-*-

Devlet Bahçeli benim üniversiteden hocamdır.

Türkiye, salgın sürecine kadar senede en az iki kez tatile gittiğim, orada bedava üniversite eğitimi aldığım, elbette çok sevdiğim bir ülkedir…

Dünya’da düşman olarak gördüğüm hiçbir toplum, ulus veya devlet olamaz haliyle Türkiye asla düşmanım değildir.

Ama “bağımsızlık ve egemenlik”; Bahçeli’nin üniversitede, ya da lisede ders verir, azarlar, hatta çok kızdığında hakaret eder bir “öğretim üyesi” gibi davranması demek değildir!

-*-*-

Bağımsızlık, egemenlik; Bahçeli’nin tavrına, en başta Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın hatta şahin Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu’nun da tepki koymasıdır.

-*-*-

Yani kısacası, uzatmadan söyleyeyim; “Egemen eşit iki devlet” talep etmek; “yöneticisi olduğunuz devletin her vatandaşını” koruyabilmektir!

-*-*-

25 Nisan Pazar günkü “Bozulduk Rüstem bey bozulduk!” başlıklı yazımızda, “… Çok merak ediyorum; Sayın Mustafa Akıncı, siyasi hayatının en son seçim dönemine gelinceye kadar Türkiye’ye savaş açtı da bizim mi haberimiz yoktu? Kuş cinsleri tartışmasına girmenin bir anlamı yok!” demiştik…

Biz, varsa, cevabımızı veririz.

Ama Devlet bahçeli veya başka biri, dışarıdan yanıt verirse; Akıncı ya da Eroğlu; Talat ya da Denktaş fark etmez; anında savunuruz.

Daha fazla yazmama bilmem gerek var mı?

Bilmem anlatabildim mi?

Diğer Haberler

Başa dön tuşu